6 Mayıs 2011 Cuma

Kaç yaşındasın çocuk?

Yürüyorum. Zor değil yürümek. Beyaz kapılar yok. Etrafta bir fluluk da yok. Tek başıma da değilim. İnsanlar var. Olabildiğince insan. Müzik de var. Ama çok yavaş ve hüzünlü değil. Zıpçık bir şey çalıyor. Düşünüyor gibi görünmüyorum. Dikkat çekmiyorum. Havalı değilim. Etrafımdaki insanlara göre slow motion ya da
parlak bir mesih gibi falan bir halim de yok. Oldukça sıradanım. O an bunun üstüne düşünmüyorum. Hatta belki de hiç düşünmüyorum. Ellerim titremiyor. Birden bir bomba patlatacak gibi bir halim yok. Birden çığlık atacak gibi bir halim de yok. Yeşil rengi geliyor aklıma. Bir yere gitmek istiyorum o an. Aynı anda yürüyorum ve karar veremediğim için bir sağa bir sola
sendeliyorum. Bu süre zarfında insanlar ne yöne gideceğimi kestiremediği için bana çarpıyorlar. Taraflı yaklaşım. Ben onlara çarpıyorum. Sonra ahşap geliyor aklıma. Hala yürümekteyim. Ahşap bir yere gidiyorum. Yahut ahşap bir şeyin üzerine oturacağım. Şimdllik ahşap olacağını biliyorum. Kafeler inanılmaz bir ışık saçmıyor. Bütün insanlar, arabalar üzerime üzerime gelmiyor. Yavaşlamıyorum bir an için. Yahut intihar planları yapmıyorum. Br kız geçirmiyorum aklımdan. Bir sorumluluk yormuyor beni. Bir şey yapmamak yahut yapmak çok da sikimde değil açıkçası. Sadece aklıma fikirler gelmeye devam ediyor. Birden farkına varıyorum düştüğümün. Bir amcanın üstündeyim. Amca bana bağırıyor. Gereksiz konuşmaları dinliyorum. Özür dileme gerekliliğini düşünüyorum. O sırada bir kafenin önündeki masaya çarptığım gerçeğini algılamaya çalışıyorum. Hiç bir şey yavaş değil. Her şey sizinde yaşadığınız dünyada oluyor. Belki sizin amcanıza çarptım. Bunu unutmayın. Bunun başka bir dünyada olduğunu düşünmeyin. Hemen rahatlamayın. Ahlaki sorumluluklarınızla okuyun. Neyse adamın üzerindeyken bir de suratına yumruk atmak geçiyor aklımdan. Tabi ki atmıyorum. Toplumun gözüne girdim bir anlamda. Kötü anlamda girdim algılarına ve o an bir terslik daha kaldıramayacak tiplere benziyorlardı. Yürümeye devam ettim. Sigara falan yakmadım. Zaten inanılmaz bir estetikle falan da içmiyorum sigarayı. Kareografi kelimesi o anda geldi aklıma. Nasıl bir kareografi. Niçin kareografi. Dans olsa gerek diye düşünmedim. Gerek demem saçmaydı zaten bu bir roman değildi. Gerek kelimesi romanlarda olurdu. Eğer romanda değilse yapay dururdu o an için. Beni okuyan kişiyi gördüm orda. Yanında bir kız vardı. Yanında bütün amerikan sineması duruyordu. Korktum. Kıskanmayı düşündüm. Düşünürken hevesim gitti. Kıskanmadım. Bir şeyler söylüyordum büfedeki adama. O an bunu düşünürken ne söylediğimi unuttum. Elimde bir obje vardı. Ahşaptı. Yeşildi. Kareografiyle hiçbir alakası yoktu.

1 yorum:

Bucera dedi ki...

Odamdaydın sıradandım, sıkılmıştım ama çığlık atacak kadar değil, delirmek üzere de değildim.
Blogları tıkladım,yazını okudum sıradan değildi beğendim :)